KIRMIZI KRAVAT

K

Hayatta başarılı olmak için elbette bir hedef belirlemek, o hedefe ulaşabilmek için de sabırla çalışıp, çabalamak gerekir. İşte bu noktada işin içine bir de kader giriyor. Kader denilen şey bazılarını çıkamayacağı bir kuyunun içine atar, bazılarını da el bebek, gül bebek yaşatır.

Nerede, hangi ailede, hangi ortamda dünyaya geldiğin Tanrı yazgısıdır. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Dünyanın az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde olduğu gibi, bizim ülkemizde de her devirde yoksulluk çilesi olmuştur. Günümüzdeki kadar olmasa da bizim kuşağın çocukluk ve gençlik yıllarında da yoksulluk vardı. O zamanlar yoksullukla mücadele etmek daha kolaydı. Sosyal dayanışma daha gelişmiş, gelir dağılımı bu kadar bozuk değil, ihtiyaçlar daha sınırlıydı.

Günümüzde aile içi katliamlar, kadın ve çocuk ölümleri ve diğer kriminal olayların çok artmış olmasının altında; geçim sıkıntısı, kötü eğitim, adaletsizlik, sivil toplum kuruluşlarının etkin olmaması ve korkunç kapitalizmin sonuçları yatmaktadır. Yeterince araştırıldığında da suç işlenmesinde aile içindeki geçimsizlik, uyuşturucu kullanımı, geçim sıkıntısı, ahlak yoksunluğu, eğitimsizlik ve şizofrenik rahatsızlıkların yattığı görülmektedir.

Sevgili dostlar “Her yörenin birkaç delisi vardır” derler. Sizlerin de yaşadığınız yörelerde bu tip insanlarla tanışıklığınız olmuştur. Örneğin çocukluk yıllarımda böyle birkaç kişiyi tanıdım. Onların hepsi de zararsız, Tanrı’nın o şekilde yarattığı insanlardı. Günümüzde ise şizofrenik engellilerin çoğunun altında yaşamla mücadele edememe ve çaresizlik yatmaktadır. Hemen hemen tamamı kin dolu, aile ve içinde yaşadığı topluma sonu ölüme kadar giden zararlar vermekteler. Bu gibi olaylar toplumda kanayan birer yaradır. Konuyu değiştirelim düşüncesiyle çocukluğumun yoksulluğu ile ilgili bir anımı paylaşmak isterim.

Ben, yedi çocuklu, yoksul bir köylü ailenin evladıyım. İlkokulda rengi solmuş bir önlükle idare ettim. Kalem, defter gibi ihtiyaçlarımı da kasabalı kızlara köy armudu, (ahlat) elma, erik götürerek karşılardım.1962 yılında ortaokula başladığımda ihtiyaç ve sıkıntılar daha da arttı. İşin içine kravat ve terekli şapka girdi. Eski – püskü bir kravat ve şapka edinebildim. Yağmurdan, güneşten etkilenmesin diye de şapkanın tereğine naylon geçirerek, üç yıl idare ettim. Ancak kravatı takıp, Alucra’nın merkezinden geçip, okula gitmeye utanırdım. Kravatı okula girerken takar, okuldan çıkınca çıkarır, tahta çantama saklardım.

Bir gün okuldan eve dönerken konağının önünde oturan ve milletvekilliği geçmişi olan Tevfik amca (Tevfik Ekmen) beni gördü ve yanına çağırdı. Ezile, büzüle yanına gittim. Bana “Kravatın nerde?” diye sordu. Ben de olmadığını söyledim. Amacım, biran önce oradan uzaklaşıp, sıkıntıdan kurtulmaktı. Eliyle işaret ederek “Gel benimle” dedi ve konağa girdik. Ömrümde on – on beş odalı evi ilk defa görmenin şaşkınlığıyla, Tevfik Amcanın sorularına konsantre olamıyordum. Odalardan birinde dolabı açtı. Orada askılarda asılı renk renk çok sayıda kravatla karşılaştım. “Bunlardan birini seç” dedi. O anda içimden hepsine sahip olmak geçti. İçlerinden kırmızı bir kravata dokundum. Kravatı elleriyle boynuma bağladı ve “Bir daha seni kravatsız görmeyeyim” diye de tembih etti. Bizde teşekkür, meşekkür hak getire.

O kravatlı halimle yürüyüşüm bile değişti. Allah’ım karşıma biri çıksa da havamı atsam diye dua ediyorum.

Daha sonraki yaşamımda ve çalışma hayatımda kravatlı olmak benim için hep önemli olmuştur.

Babacan tavırlı Tevfik Amcayı sevgi, özlem ve rahmetle anıyorum.

2 Yorum

Belma Erdem için bir yanıt yazın Cevabı iptal et