
Sevgili okurlar,
Nimet, bizim toplumumuzda çok kullanılan bir terimdir. Yaşamımızdaki değerli ve güzel şeyleri temsil eder. Örneğin: su, akıl, görme, duyma, tat alma ve bütün besin kaynakları bu alana girmesine rağmen, bizim toplumumuzda ilk akla gelen ekmektir. Onsuz sofradan kalktığımızda kendimizi doymuş kabul etmeyiz. Günümüzde genç ve orta yaşlı olan kuşaklardan önce nimet israfı ayıp ve günah sayılırdı. Bir lokma ekmek kazara yere düştüğünde ,duyulan mahcubiyet duygusu içerisinde ,o ekmek parçası yerden alınarak kutsal kitabımız gibi üç defa öpülür ve alna götürülürdü. Buna rağmen günümüzde yapılan israfı ve nimete yapılan saygısızlığı aklım almıyor. Değerli dostlar, bir zamanlar yiyecek içecek konusunda ülkemiz kendi kendine yeterli durumdaydı. Farklı alanlarda bir dünya markası yaratamamış olmamıza rağmen hiç olmazsa bu konuda tarım ve hayvancılık övünç kaynağımızdı. Ne yazık ki günümüzde tüketimimizin büyuk bölümü ithalata dayalı. Binlerce km. uzak ülkelerden canlı hayvan, et ve çeşitli hububatları ithal ederek, insanlarımıza yediriyorlar.
Bu durum, 23 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP hükümetlerinin yanlış tarım politikası sonucudur. Birkaç yıl önce bir gazetecinin bu konudaki eleştirisine karşılık, zamanın Tarım ve Hayvancılık bakanının ” Paramız.var ki alıyoruz” şeklindeki trajikomik cevabını çoğunuz hatırlarsınız. İşsizlik ve geçim sıkıntısı konu olduğunda literatürümüzde kullanılan “Ekmek aslanın ağzında” deyimini bilrsiniz. Bugün maalesef o ekmek aslanın ağzından, midesine indi bile. Çalışsın çalışmasın artık toplumun büyük çoğunluğu ” Ekmeğini taştan çıkarır” deyiminin gereğini yapamaz durumdadır. Yerli veya ithal günümüzde tezgahlarda herşey bol ama büyük çoğunluğumuzun bu nimetleri yeterince satın alma gücü sıfıra yakın. Yani bolluk içinde yokluk yaşıyoruz. Dört mevsimin bir arada yaşandığı bu ülkede insanları yokluğa mahkum etmek inanılmaz bir beceriksizliktir.
Dostlar yıllar önce bir tanıdığımdan dinlediğim yaşanmış bir olayı, ilgisi nedeniyle sizlerle paylaşmak istiyorum. Tanıdığım o kişi köyden İstanbul’a yeni gelmiş. Ondan oldukca yaşlı bir komşusu kendisini lokantada yemeğe davet etmiş ama bir şartla ” Ben ne yersem sen de onu yiyeceksin”
Benim uysal ve saf gönüllü tanıdığım bu daveti kabul etmiş. Belli ki davet sahibinin daha önceden bildigî bir lokantaya girerek fotoğraftaki donanıma uygun bir masaya oturmuşlar. Birer kase çorba ısmarlamışlar. O çorbalarla birlikte posetteki tepeleme ekmeği de bitirmişler. Masadan kalkma hazırlığı içinde olduklarında başka bir şey yemeyecekleri ilgililerce anlaşılmıştır.
Bu arada gözü bunların üzerinde olan lokanta sahibi yanlarına giderek onlara ” Sizden para pul istemiyorum ama bir daha mekânıma gelmeyin” demiş.O lokantacının bundan sonra ekmeği masalara tepeleme koyup koymadığı bilinmez ama günümüzdeki yoksulluk artışı dikkate alınarak ” Bir kase çorbaya ,bir poşet dolusu ekmek eşantiyon” uygulamasının hayata geçirilmesi uygun olacaktır. Allahtan CHP belediyelerinin kent lokantaları bir nebze yoksulun yarasına merhem olmuştur.
