
Sevgili okurlar, birkaç gün önce kaybettiğim altmış yıllık arkadaşıma gıyabında yazdığım ve kendisine gönderemediğim mektubu, hoşgörünüze sığınarak sizlerle paylaşıyorum.
”
Sevgili Kankam,
Bundan altmış yıl önceydi, yaşam mücadelemize merhaba demek üzere henüz çocukluk yaşlarımızda ailelerimizden koparak, kendimizi Halkalı Ziraat Okulunda bulmuş, devlet ve öğretmenlerimize emanet edilmiştik. Orası bizim üç yıl boyunca yeni yuvamız olmuştu. Bizler ülkemizin değişik bölgelerinden gelerek aynı kaderi paylaşan saf, temiz kasaba ve köy çocuklarıydık. Tanıştığımız ilk günlerde birbirimize yaklaşımlarımız olabildiğince ürkek ve tedirdingi. Bir yandan da sıla ve aile özlemi yüreğimize kor gibi oturmuştu. Zaman her şeyin ilacıdır denir ya; zaman ilerledikçe birbirimizi yavaş yavaş tanımaya başlamıştık.Yeni mekanımıza adaptasyon süreci hızla ilerliyordu. Çocukluk bu ya; samimiyetimiz ilerledikçe birbirimizle fiziki ve ruhsal özelliklerimizi, ailelerimizin olanaklarını ve memleketlerimizi yarıştırıyorduk.
Seninle aramızda geçen şu diyaloğu hiç unutamıyorum.
Ben senin memleketin Burhaniye’yi, sen de benim memleketim Alucra’yı hiç görmediğimiz halde bu iki vatan parçasının karşılaştırmasını yapar, senin memleketin daha güzel, benim memleketim daha güzel tartışmalarına girerdik. Konum itibarıyla senin haklılığın kuvvetle muhtemelken, beni buna ikna edemeyince ciddi ciddi sinirlenirdin. Gerçekten de sen haklıymışsın can dostum. Uzun yıllar sonra Burhaniye’yi gördüğümde kendi kendimce sana hakkını teslim etmiştim. Bu tesbitimi mezuniyetimizden yaklaşık kırk yıl sonra Bergama’da senin iş yerindeki ziyaretimde bunu sana itiraf ettiğimde karşılıklı kahkahalarla gülmüştük.
Çocukluğundaki titizliğini aynen devam ettirdiğini gözlemlemiştim. Çoraplar katlanmış çekmecelerde, ayakkabılar boyalı, gıcır gıcır, gömleklerle pantolanlar tiril tiril ütülü gardolabında. Bunlar hep kendine duyduğun öz saygının sonucu olan ve başkalarında imren duygusu yaratan özelliklerindi.
Hüsnücüm sen hepimizden daha öngörülü ve idealist bir arkadaşımızdın. Okulumuzun meslek dersleri ağırlıklı olmasına rağmen; sen lise fark derslerini verip, ODTÜ üniversitesinde de okumayı hedeflemiştin.O tarihlerde çoğumuz o üniversitenin adını bile duymamıştık. Boş zamanlarımızda, tenefüslerde bizler haylazlık yaparken, sen karatahtada veya defter kalem matematik çalışırdın. Bu tavrın sınıf arkadaşları tarafından anlamsız bulunarak yadırganırdı.
On yıllar sonra senin gerçekten ODTÜ’nün Kimya Mühendisliği bölümünü bitirdiğini öğrendiğimde, azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağına bir kez daha şahit oldum.
Sevgili arkadaşım birgün seni ziyarete gelip, anılarımızı paylaşarak çok hoş saatler geçireceğimizi planlarken; 6 Kasım 2025 tarihinde yaşama veda ettiğini, sevgili eşin Perihan’dan öğrendim.
Doğruyu söylemek gerekirse bu ebedi terkediş, benim tanıdığım yaşamı ve ailesini çok seven Hüsnü’ye hiç yakışmadı.
Geride kalan bir dostun olarak, çektiğim acı ve ızdırabı kelimelerle izah edemem. Ne yazık ki, sağlık sorunlarım nedeniyle orada bulunup son yolculuğunda yanında olamadım, salına giremedim.
Kardeşim huzur içinde uyu.Dilerim gittiğin mekan çok sevdiğin Burhaniye’den bin kat daha güzeldir. Sana Allah’tan rahmet, sevgili eşin Perihan, evlatların Özgür, Onur, Özge ve sevenlerine sabır ve metanet dilerim.
Işıklar yoldaşın olsun.
Huzur içinde uyu.💙😢
Arkadaşın Aslan Satıloğlu
