Sevgili dostlarım boş kaldığımız anlarda içerisine geçmişten kalan” Keşke ve pişmanlıklarımızı da” katarak düşuncelere kapıldığımız çok olur. Böyle durumlarda ben kendi özelimde ipin iki ucunu bir araya getiremeyip, çözümsüzlüğün içerisinde debelenirken; düşüncelerim beni alıp yıllar öncesinin çocukluk anılarıma götürür.
O yılların hiç aklımdan çıkmayanı köyümün cefakar kadınlarıdır.Kimi hamile,kimi sırtında bebesiyle iki büklüm ,tarlalarda ekin biçmekten, omuzlarında çıkrık çeşmelerden su, dağ ve tepelerden sırtlarında odun taşımaktan çoğu genç yaşta kamburlaşan kadınlarımız. Bütün bu cefakarlıklara rağmen kendi yuvalarında bile itibar görmeyen kölelerdir onlar adeta.
Benim o günlerden aklımda kalan diğer bir husus da; eğer varsa o ailenin en itibarlıları babaanne, anneanne ve dededir. Eğer çok düşkün değillerse evin sevk ve idaresi onların işidir . Kendilerine saygı ve hizmet gösterilmesini de eksiksiz isterler. Çadırın orta direğidir onlar. Köyün erkeklerine gelince ister para kazansın, isterse kazanmasın, benim o günkü çocukça bakış açıma göre onlar” boş gezenin, boş kalfaları”ydılar. Bu girişten sonra konuyu dört çocuklu Şükrü dedem ve Dudu anneannemin durumlarına getireceğim.
Dedemin evi, bizim eve cok yakındı. Ben çok küçüktüm, okul çağında bile değildim. Onlarla ilişkimizin diğer komşulardan daha farklı olduğunu anımsamıyorum. Dede torun iliskisinin gerektirdiği sevgi ve saygı bağı bende hiç iz bırakmamış ve ben bunun özlemini hep çekerim.
Dudu anneannemle sağlıklı yıllarından bir anımı hatırlamıyorum. Sadece o ölüm döşeğindeyken, baş ucunda oturuşumu hatırlıyorum. Bunun dışında kafamda başka bir kayıt yoktur ama muhtemelen o evin orta direği de anneannemdi. Kendisinin ölümünden sonra dedem dört çocuğuyla başbaşa kaldı. Komşular hep söylerdi” Yürüdüğünde taşta iz bırakan, çakmak cakmak gözleriyle baktığında, bakışları dağları delen” o Şükrü efendiden geriye bir enkaz kalmıştı. Ne güler, ne de konuşurmuş. Dudu ninemin cenaze töreninden bir süre sonra, komşuların yardım ve ikramları da kesilmiş. Ancak dört çocuğun karınlarını da doyurmak gerekir. Paran da olsa köy yerinde, bu konuda işe yaramıyor. Öte yandan dedemin elinden bu tip işlerin zerresi gelmez. Hem de köy yerinde erkeğin yemek yaptığı nerde görülmüş ki? Şükrü dedem müthiş bir çaresizlik içinde kıvranırken aklına hamur yoğurarak birşeyler yapmak gelmiş. Almış önüne bir kap, içine doldurmuş bir miktar un, o güne kadar dedemin o derece acziyetini görmeyen Hanife teyzemin elinde un kabı, Fikri dayımın elinde ise su kabı başucunda merakla beklemekteler. Bir komutan edasıyla dedem ilk talimatını vermiş.
” Boşalt Fikri suyu” biraz karıştırmış ama ilk hamlede hamurun kıvamını tutturamamak gayet normal. Durum böyle olunca Teyzeme seslenmiş. ” Hanife un getir” Dedem heyecan ve telaş içerisinde çocuklara peşpeşe talimatlar yağdırıyormuş. ” Hanife un getir, Fikri su getir.” Bu malzeme taşımalar birkac defa tekrarlanmış ama sonuç facia.Hamur bir cıvık, bir katı. Bir türlü kıvamı tutturamamışlar. Sonuçta vıcık vıcık hale gelen hamur, kabına sığmaz olup, etrafa taşmış. Her taraf bulaşık ve pislik içinde, kendileri de açlıkla başbaşa kalmışlar. Para olsa neye yarar ki? Şimdiki gibi ne telefon, ne de ” Getir, götür” servisler var. Sonuçta zavallı dedem , bir önündeki beceriksizliğe, bir de çocukların çaresizliğine bakıp, gözyaşlarına düçar olmuş. Komşuların dediğine göre ” O dağ gibi Şükrü efendi çocukluğundan sonra ilk defa o zaman aglamıştır muhtemelen.” Yeri gelmişken dedemi, teyzemleri ve dayımı rahmetle anıyorum.Mekanları cennet olsun.
Değerli dostlarım, durup dururken bu hikayenin nereden çıktığını düşünebilirsiniz. Öyle ya, normalde gündem yirmi üç senedir ülkeyi yönetmeye çalışan ve herşeyi yüzüne, gözüne bulaştıran AKP ve tek adam iktidarlarının vatandaşa reva gördüğü, sonuçları çok ağır olan skandallar olmalı.
Örneğin;
*Beceriksizlik.
*Liyakatsizlik,
*Yoksulluk,
*Yolsuzluk,
*Adaletsizlik,
*Toplumu ayrıştırma,
*Muhaliflerine ve rakiplerine yapılan zulümler,
*Yasa tanımama,
*Tehdit, taciz, iftira, yalancı şahitlik vs
Bunların tek nedeni , hükümlerin tek adam tarafından verilmesi. Bazen aldatma, bazen zaaf, bazen de bilgisizlik. En önemlisi de taa başından beri tarikat seviciliği ve kaymağını yedikleri bu güzel vatanın kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’un izlerinin bu ülkeden silinmeye çalışılması AKP’nin iflah olmaz bir tutkusu ve tercihi olmuştur.
Insan bütün bunları yazmaya kalksa, ne defterler yeter ne de kalemler. Onun için bana birileri ülkenin ve vatandaşın içine düşürüldüğü sıkıntılı durumu sorduğunda; kısaca vaziyet “DEDEMIN HAMURU GİBİ” diyip susuyorum.
